Google
 

26 Ocak 2008 Cumartesi

28 şubat

28 Şubat´ın aktörleri neler yapıyor


Şems Şeyma Sözcü /

seymasozcu@anadolugenclik.com.tr


Kainatın tek ve mutlak Maliki Yüce Rahman (c.c) asla unutmaz,
geciktirir sınamak için belki ama adaletinin terazisi hiç şaşmaz. Bu hüküm
üzerine kaleme alınmış bir yazı bu, matematiksel küçük bir sağlama işlemi. Şimdi
zihnimizi bir yoklayalım, Şubatın 10. yılında bugün, 21. yy sinema
teknolojisine, donanımına parmak ısırtacak derecede dahiyane bir kurguyla
düzenlenmiş o menfur filmden hangi roller kaldı aklımızda? O dönem, günlük
sohbetlerimizde adını sıkça ıslattığımız, bazen korku, bazen nefret, kimi zaman
beğeni takdir, kimi zaman da öfke ile andığımız post modern aktörlerden Allah
aşkına kaçını hatırlıyoruz? Biz unutsak da çoğunu not etti tarih ve daha onuncu
yılında hesabını kesti bir çoğunun. Perde kapandı, ışıklar söndü ve sahnenin
süsü bitti, şimdi bakalım kaç tanesi becerebilmiş reel hayatta tutunmayı,
mazlumun ahı kalmış mı yerde, kaçı ne ile sınanmış, kaçı kaybetmiş yokluğunun
farkına vardığında…

Tarihe paraf atmak değil niyetimiz, sadece sürece dair birkaç büyük ismi
anacağız burada sığarsa satırlarımıza (!) sosyal bir çalışma diyelim adına ve
hadi şöyle bir hafızalarımızı tarayalım ibret-i alem için…

Şimdi ne yapıyorlar?

Süleyman Demirel:
O bir cumhurbaşkanından çok silahsız kuvvetler
komutanı gibiydi. Süreçte sivillerin örgütlenmesinden sorumluydu neredeyse. Ama
o kendini her zaman ülkeyi uçurumdan alan kilit adam olarak gördü. Gerçek bir
darbe, sayesinde atlatılmıştı (!) Refah-yolu devirdi, Çilleri evlatlıktan
reddedip DYPyi böldü.Şubat sahnesindeki gayri demokratik tutumları sonunu
hazırladı. İkinci kez köşke çıkma formülü "5+5" kabul görmedi. Hayallerine
kavuşamadı, ombudsman olamadı. Şimdi sadece Yavuz Donatın ziyaret ettiği Güniz
sokakta, köşesine çekilmiş siyasi komplo teorileri üretiyor.


Mesut Yılmaz: 8 yıllık kesintisiz eğitimin "yılmaz" savunucusuydu, en çok
o istedi hayata geçmesini ikbal beklentisi kısa vadede gerçekleşmiş olsa da 2002
seçimlerinde kendi kendini tasfiye etti. Türkiye Cumhuriyetinin ilk ve tek
"Sanık Başbakanı" oldu, Yüce Divanda yargılandı. Siyasetten tasdikname aldı
derken yeni oluşum çabalarıyla adını tekrar duyurmaya başladı.

Fadime Şahin: 28 Şubatın yıldızıydı. Sansasyonların aranan kadını, şahsi
aşırılıklarından yola çıkılarak açıkça başörtüsü hedef alındı, yaptıkları
(yaptırıldıkları) koca bir zümreye mal edilmeye çalışıldı .O ise iplerini idare
edenlerin kendisi ile işi bittiğinde unutuldu, medyanın arşivinde görüntüleri
yerini alırken o yoluna röfleli saçları ve estetikli yüzüyle devam etti.

Tansu Çiller: Türk siyasetinin ilk kadın başbakanıydı, sarışın, sempatik
kadının cilt ve saç bakımı siyasi çehresinden daha çok yer aldı günlük
gazetelerde, yükselişi gibi çöküşü de hızlı oldu. Uyumlu bir koalisyon ortaklığı
yürütürken tecrübesizliği ile hükümetin düşmesine üst düzey katkıda bulundu.
DYPyi barajın altına düşürdü, Genel Başkanlığı kaybetti, darbe yıkamadı, sandık
yıktı.Bugün daha çok eşi ve oğulları ile anılıyor.

Ali Kalkancı: Sürecin en renkli kişiliklerinden Dallasa taş çıkartan
hayatı ile haber bültenlerinin vazgeçilmeziydi. Çarpık ilişkileri tarikat
liderliği üzerine sos edilip "sahtekar hoca" miti ile servise sunuldu, ta ki
"limon" ihtisasının, dini bilgilerinden baskın olduğu ortaya çıkana dek. Nikahlı
eşinin gazetelerde yer alan boy boy fotoğraflarındaki başörtüsü deseni
modacılara ilham olurken, Emire Kalkancı bir yıl bile sürmeden her nedense
tesettürden çıkmayı seçti.

Onları hatırlayan var mı?

Çevik Bir:
Genelkurmay 2. Başkanı Bir, Şubatın baş aktörlerinden
oldu. En büyük düşü; bir gün devletin televizyonuna çıkıp canlı yayında bildiri
okumaktı, yapamadı... TSKnın resmi ağzıydı. Post modern "Evren"liğe soyunan
Cuntacı Paşa, birinci adam olmak isterken, önce Genelkurmay Başkanlığı
beklentisi boşa çıktı, ardından Cumhurbaşkanlığı hayalleri suya düştü. Siyaset
mühendislerine göre; önümüzdeki 10 yılın kaderini o meşhur balans ayarları ile
tayin edecekti, oysa şimdi onu hatırlayan kimse yok.


Erol Özkasnak: Genelkurmay Genel Sekreteriydi, kartel basına sızdırılan
"asker haberleri"nin kaynağı olarak hatırlanıyor, T.C nin Başbakanına kafa
tutacak kadar ileri gidebiliyordu. Kariyer basamaklarını hızlı çıkması
beklenirken o sadece bir terfi koparabildi, beklentileri boşa çıktı. Sahneden
kulise indi.Emekli olduğunda medya onu unuttu. Flaşların büyüsü tükendi. Zamanla
geri dönüşüm kutusundan da tamamen silinmiş oldu böylece.

Hikmet Uluğbay: 55. Hükümetin Milli Eğitim Bakanıydı. Yani MGK
kararlarını hayata geçirme şerefi(!) hazretlere nasip oldu. 8 yıllık
kesintisizden yetişen çocukları YÖKe havale etti. Mesleki eğitimin canına okudu.
Bu ahbap çavuş ilişkisinde yüz binlerce gencin hayatıyla oynarken 28 Şubattan
sadece iki yıl sonra ruhsatlı silahıyla intihar teşebbüsünde bulundu, dili
parçalandı ancak mucizevi bir şekilde kurtuldu. Bugün yaşıyor daha sakin bir
hayat sürmeye çalışıyor..

Post-modern basın

Reha Muhtar:
Sürecin medyadaki sesiydi, omuz plan kurulduğu anchorman
koltuğundan her akşam evlerimize sızıyordu. Ondan öğrenirdik, Şevki Yılmaz
nerede ne konuştu, Fadime Bacı, Müslüm Hoca hikayelerinin en ince detaylarını,
habercilik tarzı ile bu alanda bir çığır açtığını söylerdi hep, haksız da
sayılmaz yaşanan enformatik yozlaşmada aslan payı hala ona ait! Bugün pop
solistler dalında master yapmakla meşgul kendisi, ha unutmadan akredite bir
gazetede yer alan köşesinde light meseleleri işliyor artık…

Nazlı Ilıcak: Türk gazetecilik tarihinin en kara fişleme hadisesi "andıç"
ta mağdur gazeteciler olarak Cengiz Çandar, Mehmet Barlas gibi meslektaşları ile
adı anıldı.Demokrasinin ateş çemberinden nispeten yara almadan çıktı, Emin
Şirini siyaset dünyasına hediye etti, gazeteciliği kadar milletvekilliği ve
politik kişiliği ile de çok konuşuldu. Bugünlerde köşesinde günlük yazılarıyla
okuyucusu ile buluşuyor.

Ahmet Hakan Coşkun:
Bizim mahallenin çocuğuydu. Bu lümpen (!) camianın umuduydu. Gönüllerin imam
hatip mezunu, seccadeli anchormaniydi o. Haber Saatlerinde TV karşısına
kurulanlar, diğer kanallarda göremediği itibarın özlemiyle onun ağzından iyiye,
güzele dair havadisler almak isterdi. 28 Şubatta beyaz camın en güvenilir
yüzüydü. Liberalleşen dünya onu da bozdu. Şimdilerde, Hürriyet gazetesinde
numunelik niyetine sürdürüyor mesleği... Namına açılan köşede Ertuğrul Abisinin
himayesinde yazıyor .Magazin sayfalarında "Öteki Türkiyenin medyatik isimleri"
ile kapışmaları sıkça yer buluyor bu sıra...

Kemal Gürüz: Demirelin 3 "Kemal"inden biri. O, YÖKün dönem patronu,
aldığı talimatlar üzerine üniversiteye giriş sınav sistemini değiştirerek,
milyonlarca öğrencinin ve ailenin hayatını kararttı. Meslek lisesi öğrencilerini
mağdur etti. Fen-Edebiyat fakültesi mezunlarının öğretmenlik hakkını gasp etti.
Rektörlere hakaret ederek TVde ağlattı. Üniversitede başörtüsü diye bir problem
yokken bunu problem yapmayı başardı. İlahiyatlara bile başörtülü öğrenci
girişini yasakladı. Yurtdışındaki bazı üniversitelerin denkliğini iptal ederek
15-20 yıldır öğretmenlik yapanların bile işine son verdirdi. Orta Asya ve bazı
İslam ülkelerinin üniversitelerini-bazı ABD üniversiteleri de dahil- tanımadı.
Despot tutumu bir gün son buldu ve o da sahneyi terk etti.

Nur Serter: Kemal Alemdaroğlunun gözdesi idi. İstanbul Üniversitesinin
asayişi ondan sorulurdu. 17 yaşındaki gencecik kızları gizli kameralı odalarda
"ikna ederdi." Mahremiyetin çiğnendiği, insan hak ve özgürlüklerinin açıkça
gasbedildiği bu nazi "gaz" odaları onun dahiyane(!) fikriydi. Rüzgar gülünü
anımsatan siyasi yönelişleri ile her devrin kadını olmayı beceren bu hoş hatun
şimdiki konjonktüre uymayı da başardı.

Vural Savaş: Milli Görüş Lideri Erbakanın iki partisini kapattırdı,
darbenin hukuki mevzuatı ondan sorulurdu. Dindar insanlar için kullandığı "habis
ur, kan emici vampirler" benzetmeleri yakın tarihe damgasını vurdu. Yıllar
içinde "Keşke bugün Erbakan iktidarda olsaydı" diyebilecek kadar pişmanlık
duydu. Cübbesini çıkardığında onu acı sürprizler bekliyordu. Siyasete atıldı,
umduğunu bulamadı. O çok güvendiği sivil toplum örgütlerine de küstü zamanla.
Verdiği her demeçte sitemle andı yoldaşlarını. Başkan olamadığı Atatürkçü
Düşünce Derneğinden kırgın ayrıldı. Marjinal bir dergide haftalık yazılarına
devam ediyor şimdi.


Yekta Güngör Özden: O bir Anayasa Hukuku Uzmanı, bu anlamda Anayasa´da en
çok hangi ihlallere kapı aralanır, hangi maddelerde boşluk var çok iyi
biliyordu. Mütedeyyin insanları rencide eden açıklamalarıyla tepki çeken bir
isim olarak sivrildi. Şubatla aynı yıl emekli oldu. "Atatürkçü geçinenlerden
çektiğimi şeriatçılardan çekmedim" deme efeliğini(!) gösterdi. Bir ara Atatürkçü
Düşünce Derneği Genel Başkanlığı yaptı. Daha sonra ise bu görevden ayrıldı ve
siyasete atıldı. Emekli generallerle birlikte Cumhuriyetçi Demokrasi Partisini
kurdu. Ancak kurduğu partiyi seçime bile sokamadı.

Meral Akşener: Dönemin İçişleri Bakanı, cumhuriyet tarihinde bu göreve
gelmiş tek kadın, ama kabinenin en delikanlı bakanlarından. "28 Şubatın
hedefinde Refah-yol vardı." diyecek kadar cesur, özel hayatındaysa başörtülü
kayınvalidesi ile birlikte yaşayacak kadar munis biri... Toplum hafızasında
uzlaşmacı tavırları, mülki ahlakı ve tecrübesi ile yer bulurken, o aldığı ölüm
tehditleri ile gündeme geldi.

Nurettin Şirin: Ankara Sincanda düzenlenen Kudüs Günü programı nedeniyle
tutuklanarak, 17 yıl 6 ay ağır hapis cezasına mahkum edildi ve bu cezanın 7,5
yılını cezaevinde tamamladı, gazeteciydi ama bu sıfatı ile anılmadı o; Nurettin
Şirin, F Tipi Özel Cezaevinde kaldı.İnsanlık dışı keyfi uygulamaları, mahkum
onurunun nasıl hiçe sayıldığını gördü burada. Düşünce özgürlüğü alanında bir
sembol oldu. Suçunu bugün kendisi dahi net hatırlamasa da bildiği tek şey, rejim
için çok güçlü bir tehdit olduğu...

Recep Tayyip Erdoğan: Okuduğu o şiirin hayatını bu kadar değiştireceğini
bilemezdi, belediye başkanlığını kaybetti, hapis yattı. siyasi yasaklı olarak
girdiği seçimde partisi tek başına iktidarı kazandı. Dava arkadaşları ile
yollarını ayırdı. 28 Şubattan en karlı(!) o çıktı, halkın tepkisini oya
dönüştürdü. Bugünlerde Cumhurbaşkanı olup olmayacağı tartışılıyor.

Ve vatandaş: Ona hiçbir zaman, hiçbir şey sorulmadı, adına kararlar
alındı, imzalar atıldı. Ona sadece uymak düştü, tüm bu sürecin en edilgen
tarafıydı. Her akşam büyük bir keyifle televizyon ekranlarından çekirdek-çay
"şubat action"lar izledi. Huzursuzdu, aralarında feraset sahibi olanlar bunun
dindarları açıktan hedef alan bir tezgah olduğunu biliyordu. Ancak (çoğumuzun)
koltuğu ile gerçek dünya arasında öyle uzun mesafeler vardı ki yaşanılanların
gerçek bir darbe olduğunu yıllar sonra anlayacaktı(k). Kafası karışan vatandaş
yeni tanzimlerle kurulan sosyal hayatına zamanla alıştı. Her geçen gün rızkı
biraz daha eridi. O nasılsa seçimden seçime hatırlanırdı, hayalet bir
kalabalıktan ötesi değildi, cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizi ile
hemen şubatertesi tanışan vatandaş belini toparlamayı ilk seçimlere bıraktı.
Değişenleri seçti, gömleği çıkarıp, AB liginde yedek forması giymelerine rağmen
"Hoca"larının hatırını onlara oy verdi. Bugün bahsi geçen vatandaş, Avrupa
Birliğine uyum çabaları içinde manevi değerlerini korumaya çalışıyor. Ömrünün
son 40 yılına daha kaç darbe sığdırır bunu o da bilmiyor...



Savunan Adam: Necmeddin Erbakan

Savunan Adam ve Partisi light darbenin öncelikli hedefiydi. 28
Şubatın bütün tuzakları aslında onu pasifize etmek için kurulmuştu. Bütün
kurgunun baş rolündeki adamdı. Ama O, Başbakanlığını yürüttüğü 54. Hükümet
döneminde yaptığı icraatlarla, özellikle halk tabanında çalışana verdiği dolgun
ücretle hatırlandı. KİTlere sahip çıkarak havuz sistemini kurdu. D-8 projesi ile
emperyalizme kafa tuttu. Dünyanın en güçlü İslam Birliğini kurmak için var
gücüyle çalıştı. Bugün halen İslam coğrafyası ülkeleri düzenli olarak yapılan
zirvelerde bir araya geliyor. İlerleyen zamanda gayri demokratik yollarla iki
partisi kapatıldı. Aldırmadı, gönül verdiği davası yolunda yeni hamleler
yapmalıydı, şahlanışa geçti, çok geçmeden Saadet Partisini toparladı. Ancak bu
kez yol arkadaşlarında kimileri sırt çevirdi ona. Ayıklanmış bir ekiple kaldığı
yerden devam etti, Milli Görüşü sahipsiz bırakmadı. 28 Şubattan sonra aldığı
siyasi yasağı aktif siyaset yapmasına engel teşkil etti, bu da yetmezmiş gibi
hazine yardımını usulsüz kullandığı iddiaları ile ilerleyen yaşında ağır
cezalara çarptırıldı. Yüzündeki tebessümü yitirmedi, hayat arkadaşı H. Nermin
Hanımı yitirdi; ancak o gün de aynı metaneti üzerindeydi. Eşi Mevlaya kavuşmuştu
ama o hiç yalnız kalmadı. Bugün, Milli Görüşün son kalesinin Onursal lideri…




Hiç yorum yok: