Google
 

3 Mart 2008 Pazartesi

bilen adam

Çarşamba günkü yazımda "izm"lerin bir illizyon, bir aldatmaca olduğu konusunda bazı bilgiler vermiştim. "İzm"ler, yirminci yüzyılın İllizyon demokrasilerine güzel bir hazırlıktı. Ne kadar izm, o kadar parti! Daha sonra ve konjonktüre göre bu partiler amip gibi bölüne bölüne çoğalır ve "yeni seküler düzen" böylece "o olmazsa öteki" şartlanmışlığıyla sürer giderdi.
İpler daima "lordlar"ın, yani bize yabancı olanların elinde olurdu. Müslüman ülkelerde ayrı, Üçüncü Dünya ülkelerinde ayrı, Asya'da, Afrika'da ayrı, ama ipler hep aynı elde; bu gölge oyunu sürer giderdi.


İşte Türkiye'nin önemi burda ortaya çıkıyor. Milli Görüş deyin, Milli Kuşak deyin, Milli Cephe deyin, bütün vatanseverlerin birleşmesi çağrısının da önemi burada ortaya çıkıyordu. Gerçek demokrasinin ihdası için Lordların değil; ipler, milletin, milli güçlerin elinde olmalıydı. Türkiye bütün ezilmiş dünyaya bu çağrıyı yapıyor.
İnsanlığın ortak kabul olarak benimsediği, "kapitalizmin" vahşi kapitalizm aşamasında veya uygulamasında baş belası olduğu görüşüne, alternatif olarak, gene Lordlar tarafından ihdas edilen muhalefet yani "Sosyalizm" de aynı sömürü işine bir taraftan devam edecek ve sosyalizmin erdemlerine aldanan iyi ve namuslu insanlar, bir türlü kendi bağımsız yönetimlerini kuramayacaklardı. Bunun için Şili'de Al-lende'nin seçimlerle iş başına geldikten sonra nasıl perişan edildiğini (sarayıyla beraber yok edilmişti) muhalif Şilililerin nasıl işkencelere tâbi tutulduğunu, bütün dünya hatırlar. Sosyalist Allende'nin kabahati, Amerikan şirketlerinin elinde olan, Şili'nin yer altı ve yer üstü servetlerini devletleştirmesiydi.
Verhaugen'in (AB, genişleme(!)den sorumlu yetkilisi) Türkiye'ye yolladığı "hava alırsınız" anlamındaki sözlerinin yüz kızartıcılığının yaşandığı şu günlerde, ERBAKAN' ın ikinci basın toplantısı, bir anlamda "meydan okuması", bunalmış Türklere temiz hava almak için açılmış bir pencereydi. (Çeşitli dillerde söylenen şarkılarla yapılan 30 Ağustos konseriyle, bu "sömürge valisi" edasının aynı günlere denk gelmesini anlamlı bulmuyor musunuz?)
Küçük küçük birkaç onur kırıcı durumu daha hatırlıyorum şu son günlerin haberleri arasında. Pamukbank'a talip olan yabancı firmaların ille bankayı kapmak için ısrarıyla, banka sahibi Karamehmet'in çekişmesi. Bir ucundan yabancılar (Lordlar) çekiyor Pamukbank'ın, bir ucundan Karamehmet! Kara değil de Ak Mehmet olsa ne olacak! Banka gitti gider!
Eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan, ilaç israfını önlemek için bir takım tedbirler aldığı zaman iki ilaç firmasının adamlarının nasıl işe el koymaya kalkıştığını yana yakıla anlatıyordu geçen gün. Türkiye'ye sömürge muamelesi yapıyorlar diyeceğim ama iş artık o aşamayı da geride bıraktı, Adana Adliye'sindeki gibi, saçsaça, baş başa aşamasına geldi.***ERBAKAN'ı dinlerken hikayeciliğim tuttu. Salonun arkasında, sonsuz bir heyecanla bağıran gençleri seyrederken de gözlerim yaşardı. Neden böyle olduğunu düşündüm. O, "Empati" denilen gülünç duygudan bahsetmiyeceğim. Sadece kendimi tahlil etmek istiyorum.
Bu duyguya insanlar ne zamanlar kapılır diye düşündüm. Böyle çok ânlarımız olur. Haklısınızdır ama bunu bir türlü anlatamazsınız. "Haksız"ın "haklı"ymış gibi koşullandırıldığı bir dünyada, bir dönemde yaşamaktasınızdır. Değerler, yargılar, kavramlar alt üst edilmiştir. ölçüler şaşmıştır. Dünyaya, hadiselere, her şeye şaşı gözle bakılmaktadır.
İşte o sırada sizin haklılığınızdan değil; hadisenin, olan bitenin haklılığından yana tavır koyacak birine şiddetle ihtiyaç duyarsınız, hatta öyle bir yardımı yürekten özlersiniz. İşin içine kalp de girmiştir artık.
Hemen gelmeyeceğini bile bile gene de beklersiniz. O "ümit" denilen canlı varlık, içinizde, pes etmek bilmez. Ama siz bilirsiniz ki orda, dağların ardında ve ölçüsü belli olmayan uzaklıklarda sizi anlayacak; sizin değil, haklının haklılığını kabul ve müdafaa edecek, size şefkat gösterecek biri mutlaka vardır. O, yalnız sizin değil, haklılığınızın yanında olacaktır. Susarsınız.***Gerçekten de yıllar geçer, neler değişir, neler gelişir, bilinmez, haklılığı ve haksızlığı ayırdedebilen insan sayısı bir, iki, üç derken dört, beş olur. İşte o iki, üç, dört, beş kişiden biri bir gün haksızlığa, anlayışsızlığa, kabalığa, zulme, her neyse insana karşı olan her şeye mâruz kaldığınız, bir gün çıkagelir ve haksızlar kalabalığına dönerek:
"Hey, durun bakalım, ne oluyor?" diye haykırır.
İnanç, haklılık ve galiba tecrübeye vurgu yaptı ERBAKAN. Ben de bu yüzden onlara vurgu yapıyorum. Çünkü doğruydular. Slogan atan gençlerin tavrı, asla alâlade bir bağlılık değildi. Onlar biliyorlardı ve bu süreci izliyorlardı ve bekliyorlardı. Elbet biri, bir gün çıkıp gelecek ve bilmeyenlere de haksızlığa mâruz kalanlara da bunu anlatacaktı.***Bu başarıyı çok kolay ve sıradan bulanlar yanılıyorlar. Bu başarı, okumanın, bilgi sahibi olmanın, öğrenmenin, yaşamanın, dert ve sıkıntı çekmenin, zekânın, kabiliyetin, sevginin ve sabrın meyvasıdır.
Artık o "savunan adam" değil, "bilen adam"dır. İki yüzlü keskin bir kılıç olan 28 Şubat sürecinin öteki yüzüdür bu. O hep, "bilen adam"dı. Savunduğu şeyler de, bildiği şeylerden başka bir şey değildi.
Değişen, gelişen şey ne olmuştu da, daha on sene önce, BİLEN ADAM’a bıyık altından gülenler silinmiş, solmuş ve kurumuşlardı! Aradan bol yağmurlu, bereketli ve rahmetli bir kış mı geçmişti! Ortalığı talan eden seller çekildikten sonra, kenarları sırmalı bulutlarla beraber ilk bahar güneşi mi parlamıştı!
Evlerde sessiz sedasız oturan çocukların, güneş çıkınca sevinç sesleri arasında denize ve bahçelere ve sokaklara koşması gibi, öğrenmeyi, bilmeyi özlemiş insanlar, TV'lerden yükselen sese kulak mı kabartmışlardı.
Evet, öyleydi galiba. "Bilen Ses" konuşuyor ve çocukların, gençlerin sessizliği sevinç çığlıklarına dönüşüyordu.***"Allahım, bilmiyorlar ki!..." diye Allah'tan af ve mağfiret ve merhamet dileyen Peygamberimizin mahzun sesine:
"Artık biliyorlar" cevabı geliyordu.

06 Eylül 2002, Afet Ilgaz, Milli Gazete:

Hiç yorum yok: