Google
 

3 Mart 2008 Pazartesi

Din Allah İçin Şuurlu Yaşamaktır

Şüphesiz Yüce Allah, bütün canlı ve cansız varlıkları insan için yaratmış ve hizmetine amade kılmıştır. İnsanı ise ancak Kendisine kulluk etsin diye yaratmıştır. Kulluktan kasıt belli birtakım törensel, şekilsel hareketlerden ibaret değildir Elbette ki ibadetlerin şekil itibariyle de en mükemmel olarak yerine getirilmesi oldukça önemlidir. Ancak ibadetin özü ve gayesi bu değildir. Şekilsel ve törensel ibadetler kulluğun özünü yerine getirmek için bir eğitimden, talimden ibarettir. Nasıl ki askerlikte eğitim ve talim mutlak gereklidir ama amaç değildir; amaç bu eğitim yoluyla kazanılmış becerileri ve yetenekleri savaşta kullanarak, düşmandan korunmak ve fetihler yapıp zaferler kazanmaktır. Bunun gibi şekilsel ve törensel ibadetler de mutlak surette gereklidir ama bunlardaki amaç mücerret olarak yapılması, yerine getirilmesi değil; böylece onlar sayesinde kazanılmış yetenek ve istidatlarla şeytan ve nefs-i emmare ile mücadele etmek, nefis tezkiyesi ve terbiyesi yapmak ve Allah rızasını kazanmak için fedakarlıklarda bulunabilme, O'na kendini adayabilme ve sadece kulluk yapmakla yükümlü olduğunun bilincine varabilme imkanı elde etmektir.

Bir asker düşünün ki en iyi şekilde eğitimini yapıyor ve gerekli her şeyi yerine getiriyor. Eğitim sahalarında her emri en mükemmel düzeyde yerme getirip başarıyor; ama sıra savaşa gelince bir şekilde kaytarıp yan çiziyor. İşte böyle bir askerin yapağı eğitim bir tiyatro, bir ritüel olmaktan öteye geçmez; amacına yönelik de hiç bir işe yaramaz, kısacası beş para etmez. Bir iş amacına yönelik şuurla yapılmadığı takdirde ondan bir hayır hasıl olmaz.
Bu hususta da ERBAKAN'ın verdiği çok güzel bir örnek vardır. Şöyle demişti ERBAKAN: Bir fabrika düşünün ki her gün yıkanıyor, yağlanıyor, temizleniyor, pırıl pırıl yapılıyor... Ama bu fabrika bir türlü üretim yapmıyor, imalat gerçekleştirmiyor. Böyle bir fabrikanın ne anlamı olabilir? Bir Müslüman da her şeyi ile pırıl pırıl, tertemiz ve mükemmel şekilde ibadet ediyor, taatta bulunuyor... Ama asıl gaye ve hasılat olan Allah rızası için fedakarlığa, riske katlanmaya, sabretmeye, azim ve cehd göstermeye, kendini Allah'a ve O'nun dinine adamaya gelince hiç bir varlık gösteremiyorsa ve nefs-i emmaresinin isteklerine karşı direnemiyorsa...Bütün bunların hiç biri bir değer ifade etmezler.
Bir işi şuurla yapmak demek ne yaptığını, niçin yaptığını bilmek demektir. Düşünün ki bir Müslüman günde kırk rek'at namaz kılıyor. Her rek'atta Fatiha okumazsa olmaz; çünkü fatiha okumak vaciptir hatta bir görüşe göre farzdır. Fatiha Kur'an'ın özü, dinin hülasasıdır. Bir Mü'min namazda fatiha okumakla, her türlü hamd ve senanın ancak Allah'a mahsus olduğunu. Allah'ın, bütün alemlerin Rabbi olduğunu, Allah'ın (Rahman ve Rahim olduğunu, Allah'ın, Din gününün tek Maliki olduğunu, sadece ve sadece Allah'ın ibadete layık olduğunu, bunun için de yalnız Allah'a ibadet ettiğim, her şeyin sahibi olarak, her şeye gücü yeten olarak yalnızca Allah'tan her şeyi beklediğini ve istediğini, bir tek Allah'ın rızasını gözetip, Allah'ın emrini yerine getirmeye amade olduğunu dile getirip ikrar ettikten sonra bu kez Allah'tan istediklerini sıralar. İsteki eri ise yine Allah tarafından belirlenmiştir ve şunlardır: Ey Rabbim, beni dosdoğru hidayet yoluna ilet ve bu sırat-ı müstakim üzere bulundur, beni nimetine erdirdiklerinin yoluna ilet. Gazabına uğrayanların (Yahudilerin), sapıklığa düşmüş olanların (Hıristiyanların) yolundan gidenlerden eyleme.
Şimdi her namazda fatiha okuyarak bütün bunları her gün kırk kere tekrar edip, fakat ağzından çıkanları kulakları duymayan bir sözde Müslüman, bir Siyonist-Haçlı ittifakı olmaktan başka bir şey olmayan Avrupa Ekliğine 70 milyonluk Müslüman Türk Milletinin dahil olmasını canı gönülden istiyorsa... O kıldığı namaz ve okuduğu fatihanın bir ritüel. bir mizansen yani bir tiyatro olmaktan öte ne anlamı var?
Kulluk şuuru içinde ibadet eden bir mümin, ne yaptığını, niçin yaptığını bilir. Tek gayesi Allah rızasıdır. Allah rızası ise şeytanın telkinlerine ve nefs-i emmarenin isteklerine daima aykırı bir yerde ve konumdadır. Bunun için kulluk da mutlaka Allak için fedakarlığı ve riski göze almayı gerektirir. Allah için fedakarlık ise bencilce şahsi çıkar sağlama gayretinden, nefsani arzuları yerine getirme çabasından geri durmayı gerektirir. Allah rızası için özveride bulunmayı, risk almayı, gözünü daldan budaktan esirgememeyi, sıkıntıya katlanmayı gerektirir. Netice itibariyle bunlar müminin kendini Allah'a adamasını mümkün kılar. Ve sonuçta Allah'ın rızasına mazhar olur. Namaz bunun içindir, oruç bunun içindir, zekat bunun içindir, cihat bunun içindir, emr-i bil ma'ruf ve nehy-i anil münker bunun içindir... Bütün bunlar... Allah için fedakarlıkta bulunmayı. Allah için vermeyi, Allah'ın emrettiklerini ne pahasına olursa olsun yerine getirmeyi, Allah'ın yasakladıklarından ne kadar zorda kalırsa kalsın sakınmayı, yalnızca Allah için yaşamayı, yalnızca Allah'tan istemeyi, yalnızca Allah'ın rızasını gözetmeyi mümine kazandırmıyorsa ne anlamı olabilir?
Evet her şey Allah'ın rızasını kazanmak için. Allah'ın rızası... Önce bir kere Allah'ın rızasının ne demek olduğunu bilmek gerekir. Allah'ın rızasını gerçekten kazanabilmiş bir kişinin artık başka hiç bir şeye ihtiyacı olmaz. Dünyada da ahirette de Allah ona yeter. Hem de nasıl yeter!.. Öylesine yeter değil, şöyle böyle yeter değil, âlâ külli hal yeter değil... Allah rızasını kazanmış bir kimse için her türlü izzet, her türlü zevk ve lezzet, her türlü ihtişam ve mutluluk, her türlü üstünlük ve gıpta edilmeye değer nimet söz konusudur. Allah rızasını kazanabilmiş bir kimse için artık Allah'ın sonsuz güç ve kudreti, sonsuz nimet hazineleri, sonsuz himayesi söz konusudur. Bütün bunlardan öte, Allah katında hoşnutluk ve itibar sahibi olmak yok mu? İşte hiç bir şey onun kadar haz verici olamaz.
Evet çoğu zaman ağzımızda geveleyip durduğumuz, dilimize pelesenk ettiğimiz, olur olmaz yerde dil ucuyla deyiverdiğimiz ALLAH RIZASI, işte böylece insan için yaratılmış olan ne varsa hepsinden üstündür. Sakın Allah rızası derken ne dediğimizden habersiz gafilce telaffuz etmeyelim ve olur olmaz her konuda dilenciler gibi itibarsız bir şekilde dilimize almayalım.
Şimdi bu kadar büyük değeri ve önemi olan Allah rızası için fedakarlık yapmamak, risk göze almamak, hayatının tek gayesi yapmamak, kendini adamamak akıl kârı mıdır? Sadece bazı şekilsel ibadetleri, törensel ritüelleri yerine getirerek kulluk yapmış olmak ve Allah'ın rızasını kazanmak mümkün müdür? Böyle düşünen ve yapan kendini aldatmış olmaz mı?

Hiç yorum yok: