Google
 

3 Mart 2008 Pazartesi

Net ve tavizsiz duruşun simgesi

Millî Gazete, 31 yıllık yayın hayatında hedef ve istikametinden sapmadı
Net ve tavizsiz duruşun simgesi
Yaşadığımız dünyada, basının fonksiyonunu bilmeyen yok. Hele bizim ülkemizde basın, iktidarları indirip yerine yenisini koyma becerisini sergiliyor. Koskoca bir toplumu kendi dar kalıplarına sokmak için bütün gücüyle seferber oluyor. Kimi basın kuruluşları müstehcen yayınlar yaparak ahlâkî yozlaşmayı teşvik ediyor. Bedii Faik’in yıllar önce söylediği “Kanalizasyonlar dünyanın her yerinde alttan, bir tek Babıâli’de üstten akar.” sözüne hak verdirecek ölçüde... Bazı yayın kuruluşlarının, sermaye ve patronlarının sözlüğünü yapması da işin tuzu biberi...Böyle bir basın anlayışının revaçta olduğu Türkiyemiz’de, bu ülke gerçeklerine uygun yayın yapan basın kuruluşlarına duyulan ihtiyacın büyüklüğü daha iyi anlaşılıyor. İşte, bu atmosfer içinde, 31 yıldır bıkmadan, usanmadan milletin sesi olmaya çalışan, hak ve hakikati haykıran müstesna bir basın kuruluşumuzu görüyoruz: Net ve tavizsiz duruşun simgesi Millî Gazetemiz...
Millî Gazete yayın hayatına başladığından beri hedef ve istikametinden şaşmamış, değerlerinden kesinlikle taviz vermemiştir. Nabza göre şerbet vermek, değişen kontjonktüre ayak uydurmak basitliğine düşmemiştir. Tiraj kaybı ve benzeri endişelerle hak ve hakikatı savunmaktan vazgeçmemiştir. “Hak geldi, bâtıl zâil oldu.” ilkesine sadık kalmıştır. Hiçbir takıntı ve komplekse kapılmamış, orijinal mesajını seslendirmeye devam etmiştir.Her zaman Millî Görüş dâvâsının pervasız savunucusu olmuştur.
MİLLÎ GAZETE GÜÇLÜ OLMALI
Millî Görüş’ün muhterem ideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, problemlerini çözmüş bir Türkiye’ye ulaşmanın yolunu üç maddede formülleştirir: “Müsbet medya, müsbet sermaye, müsbet siyaset.”
Muhterem Erbakan 28.05.2001 günü Elazığ’da yapılan Millî Gazete Gecesi’nde yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
“Millî Görüş’ün temeli olan sevgi, şefkat ve sadakati tüm insanlığa yaymak için güçlü ve müsbet medyaya büyük ihtiyaç var.
30 yıllık geceli gündüzlü çalışmasıyla müsbet medyanın öncüsü Millî Gazete olmuştur. Bu yolda her türlü engellemeye rağmen en hayırlı hizmetleri yapmaktadır. Onun için Türkiye’de insanların saadetini isteyen herkes Millî Gazete’nin güçlenmesi için elinden geleni yapmalıdır.”
BİZDEKİ MEDYA
Fakat, bizdeki medya, dünyadaki genel medya anlayışından biraz daha farklı... Bugün içinde bulunduğu konum medyayı “en büyük güç” haline getirmiş.Yılların gazetecisi Mehmet Şevket Eygi, medyadaki bu çarpıklığı sık sık dile getirenlerden biri... Bir yazısında şöyle diyor:
“Bizde medya şu anda ülkenin birinci gücüdür. Medya dördüncü güç olursa, ülkeye, halka, devlete hizmet eder, aksi halde mafyalaşır, kartelleşir, tekelleşir. Türkiye yıllardan beri sorumsuz bir medyanın sıkıntısını çekiyor. Bu konuda çözüm ve çare bulunmalı, medya birincilikten dördüncülüğe indirilmelidir.” (Millî Gazete, 10.04.2002)
Bizdeki medyanın başka marifetleri de var. Ahlâk tahribatına zemin hazırlıyor, yanlış ve sapık inançlara çanak tutuyor, insan psikolojisini bozuyor, bilimsel çalışmaların önünü kesiyor. Gazeteci Rıza Zelyurt “Satanistlerin bile üreticisinin medya olduğunu” anlattığı bir yazısında, medyanın söz konusu özelliklerinden şöyle yakınıyor:
“Türkiye’deki televizyonlar kadar toplumu tahrip eden başka bir güç yoktur. En olmaz şeyleri bilgi gibi sunan, falcılığı, büyücülüğü, medyumluğu reklam eden ve insanların bilime inançlarını bombalayan medyamızdır. Bu medya gelişmiş ülkelerdeki toplumsal-ruhsal hastalıkları gelişme adı altında ülkemize aktaran bir mikrop nakil merkezi gibi çalışmaktadır. Sonucu veren medya, o sonucun üreticisi olduğunu büyük bir utanmazlık içinde görmeye yanaşmıyor ve mikrobu yaymaya devam ediyor. ” (Akşam, 22.9.1999)
MÜSPET MEDYAYA DUYULAN İHTİYAÇ
Bugün toplumun değerlerini örselemeden, bizi doğru habere ulaştıran medyaya o kadar ihtiyacımız var ki...
Toplum öylesine manipüle ediliyor, duygu ve tercihleriyle öylesine oynanıyor ki, insan bu hengâmede kendi faydasına olanı bir türlü ayırt edemiyor. Çünkü toplum hevai olanla meşgul ediliyor, boş ve faydasız konuların içine çekiliyor. Meselâ, adı sanatçıya çıkarılmış kişilerin kiminle düşüp kalktığının anlatılması, topluma ve insanın düşünce dünyasına ne kazandırır dersiniz?.. Hiçbir faydası olmayan bu tür yayınlar aracılığıyla toplum, her Allah’ın günü öylesine bir hiçliğin içine çekiliyor ki...
Toplumu, içine düşürüldüğü bu atmosferden kurtaracak olan müspet medyadır. İnsana, insanlığını anlatacak ve bu dünyada yaşıyor olmanın ne anlama geldiğini hatırlatacak bir medya... Zigzag yapmayan, istikametten ayrılmayan, hitap ettiği toplumun yüzünün gülmesi için var gücüyle çalışan bir medya... Bugün böyle bir medyanın en güzel örneğini Millî Gazetemiz vermektedir. Yedi İklim Dergisi’nin sahibi ve sanatçı Ali Haydar Haksal, Millî Gazete’nin bu özelliğini şöyle anlatıyor:
“Millî Gazete gerçekte benim için oldukça değerlidir. Değer anlamı şudur: Hiçbir zaman kendi okurunu istikametinden bir başka yöne çevirtmemiştir. Hiçbir zaman yolundan sapmamış ve zigzag çizmemiştir, bildiği doğru yoldan yürümeyi bilmiştir. Nasıl geçmişte ilk sayısında manşetine taşıdığı haberi önemsemiş ve ona karşı bir duruş geliştirmişse, bugün de aynı duruşu sürdürüyor. Buna ancak saygı duyulur. Bu hareketi beğenmeyen ve yoldan sapanlar çıkardıkları gazeteleri, daha doğrusu, düşünceyi yabancıların ellerine teslim ederek, bizim uzun yıllardır didinerek oluşturduğumuz okuru, başka yöne doğru yönlendiriyorlar. (...)
Gazetelerini Amerikancılara teslim edenler bu milletin gerçek değerlerini bilmiyorlar. Söyleyecek sözü olmayanlar, kendilerine güvenmeyenler, kompleks taşıyanlar başkalarına teslim oluyorlar.” (Millî Gazete, 2.2.2002)
HEDEFE BİRLİKTE YÜRÜMELİYİZ
Müspet medyanın toplumumuz için ne büyük bir ihtiyaç olduğunu, bu gazetenin okuyucuları çok iyi biliyor. Madem ki gazetemiz bir kutlu dava için, hiç istikametini bozmadan, tavizsiz bir şekilde yürüyüşüne devam ediyor. Hem de nice engel ve sıkıntılara rağmen... Bizim de bu işte bir görevimiz olmalı değil mi?..
Millî Gazete’yi başka gazetelerle kıyaslayanlar hataya düşerler. Çünkü Millî Gazete’nin şartları içinde çalışan başka bir gazete yok. Haberiniz doğru olacak, açısı düzgün yazar kadrosuyla çalışacaksınız, her türlü reklamı almayacaksınız, para ve dünya menfaati adına hakikati gizlemeyeceksiniz, dava ve inancınızdan taviz vermeyeceksiniz, halkı razı etmek yerine, Hakk’ı razı etmeye öncelik vereceksiniz... Kısaca, bugünkü ortamda Millî Gazete’yi gene Millî Gazete’yle kıyaslayabilirsiniz. Yani, daha iyi, daha güzel bir Millî Gazete için mücadele vermekle... Bu konuda yöneticisinden çalışanlarına, dağıtıcısından okuyucusuna kadar hepimize görevler düşüyor.
3 Kasım seçimlerini düşünün... Millî Gazete’nin en yoğun bir şekilde okunduğu İzmit’in Molla Fenari Köyü’nde Millî Görüş’ü temsil eden Saadet Partisi yüzde 48 oy aldı. Kendirli’de de benzeri bir durum yaşandı. Millî Gazete’nin var olduğu her yerde, Millî Görüş düşüncesinin güçlü olduğu herkesin malumu... Sadece bu gerçek bile, Millî Gazete okuyucusu olmak için yeterli sebep değil mi?..
GÜNDEMİ BİZ OLUŞTURALIM
Bugün medyanın gücü konusunda, bütün dünyada kabul gören gerçek şudur: “Medyaya sahip olan, dünyaya hakim olur. Medyaya sahip olmayan iktidar olamaz.”
Bütün bu gerçekler ortada iken, dünyanın nabzını tutan neden biz olmayalım? Başkalarının gündeminde sürüklenip gitmek yerine, niçin kendi gündemimizi oluşturmayalım?.. Hem de, gündeme el koyan, gölgeleri konuşturan, olmayanı olmuş gibi gösteren, pireyi deve yapan, devleri cüce şeklinde tanıtan bir medya anlayışı ile karşı karşıya olduğumuz halde... Doğru haberler üzerine kurulmuş gündemi biz oluşturmalıyız. Ama, gündem tiraj ile oluşur. Yani doğru haberleri hep birlikte paylaşmakla...
Bilelim ki, gündem oluşturmak kendi elimizde...
Madem ki, Millî Görüş’ün Muhterem Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, “Millî Gazete’nin güçlü olması ve desteklenmesi gerektiğini” söylüyor, öyleyse biz de bu kadar açık ve önemli bir konuda üzerimize düşen görevi yapmalı değil miyiz?
Nasıl mı? Millî Gazetemizi okumak ve okunmasını sağlamak ve tirajını artırmak suretiyle.
BİR ANEKDOT
Muhittin Yıldırım
Hoca Efendi’nin bulunduğu bir sohbet programındayız. Hoca Efendi uzun bir konuşmadan sonra sözü Millî Gazete’ye getirdi ve gazetemizin önemini anlatmaya çalıştı.
Program sonrası bir yerde beraber olduk. Millî Gazete konusundaki söylediklerinden hareketle şöyle sordum:
“– Hocam, ben de Millî Gazete’nin önemini idrak edenlerdenim. Sizin, konunun üzerinde bu kadar önemle durmanızda özel bir sebep var mı?”
Hoca Efendi “Evet, var” dedikten sonra şöyle devam etti:
“1980’de Medine İslâm Üniversitesi’nde öğrenci idim. 12 Eylül Harekatı’nın ilk günleriydi. Medine’de bulunan Allah dostlarından bir kaç sene önce Hakk’a yürüyen Erzurumlu Hattat Mustafa Efendi’nin dükkânına uğradım. O esnada Hoca Efendi Millî Gazete’nin eski nüshalarını istiflemekle meşguldü. işini bitirdikten sonra 22–23 Ağustos tarihli Millî Gazete nüshalarını masanın üzerine koydu ve göz gezdirmeye başladı. Bu durum karşısında dedim ki:
“– Hocam, haberiniz yok mu? Türkiye’de ihtilâl oldu. Bu yüzden Gazete’nin son sayılarını okuyun!..”
Başını kaldırarak dedi ki:
“– Muhittin Efendi, biliyorum!.. Eskiden evliya hasır üzerinde oturur, Mısır’ı seyrederdi. Bugünün evliyası Millî Gazete okuyan kişidir.” (Hiç şüphe yok ki, bu büyük Allah dostu, konunun önemini vurgulamak için böyle bir örnek verse gerektir. Bu vesileyle Erzurumlu Hattat Mustafa Efendi’yi rahmetle anıyor, Allah sırrını takdis eylesin, diyorum. (Ş.T.)
MEDYA GÖREVİNİ YAPMALI
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti eski Başkanı Nail Güreli gazeteci ve gazetelerin görevinin ne olması gerektiğini şöyle anlatıyor: “Gazeteciler ve gazetelerin görevi halkı doğru ve dürüst bilgilendirmektir. Halkı yönlendirmek gazetelerin yada gazetecilerin görevi değildir. Gazetenin ve gazetecinin birinci görevi haber vermektir. Bugün de gazetelerin görevi, haberleri abartmadan, gerçekleri gizlemeden dürüstçe vermektir. Gazetelerin asli görevi bu. Medyanın kendini 4. kuvvet gibi değil de birinci kuvvet gibi görmesi, halkı bilgilendirmek yerine, yönlendirmeye, memleketi idare etmeye kalkması; bu, gazetecilik değildir.”
HEP O MEDYA
Dünyanın hiçbir ülkesinde bizdeki medya anlayışı yoktur. Yerine göre, işine geldiğinde hem savcı hem hakim rolünü oynar. Demokrasinin kuvvetler ayrılığı demek olan Yasama, Yürütme ve Yargı’nın pekâlâ yerine geçer!
Görülmekte olan mahkemelerin delil ve tutanaklarını, suç olmasına aldırış etmeden yayınlar. Masa başlarında oluşturduğu varsayımlarla kişi, kurum ve kuruluşları dilediğince karalar, çamur atar. Açık rejim, hür medya ama; sorumluluk nerede? Devleti tahrip eden, toplumu bölen, kişi ve kurumların haysiyet ve şahsiyetlerini rencide eden yayınların neresi sorumluluk Allah aşkına? Medya, açık rejimlerin 4. kuvveti deniliyor, değil... Bizdeki, nizamı ifsat edici olarak belki de yegâne kuvvet!...
Bir ülke düşünün ki, oradaki medyanın görevi, halkı suni gündemlerle oyalayıp “meşguliyetle tedavi”ye yeltensin! Yani, mütemadiyen cambaza baktırsın!
Spikerler haberleri felâket tellalı gibi sunuyor. Olaylar, abartılarak ve en iğrenç görüntüleri dakikalarca teşhir edilerek duyurulmaya çalışılıyor. (Fuat Bol, Türkiye, 16.5.1999)
ÇOCUKLARI TV'DEN KORUYUN
RTÜK eski Başkanı Nuri Kayış, televizyon yayınlarının çocuklar üzerindeki etkisi konusunda şunları söylüyor:
“Müstehcen yayınlar ile sigara, alkol ve uyuşturucuya özendirici kimi yayınlar çocukları tehdit ediyor. Aileler televizyonun tehlikeli bir dadı olduğunu anlamadılar. Çocukların izleyeceği programlar konusunda duyarlı olmalı, her programı onların yanında izlememeye dikkat etmelidirler. Gerek haberlerde, gerekse filmlerde ve dizilerdeki abartılmış şiddet görüntülerinin çocukların ruhsal yapılarında onarılmaz yaralar açtığı bilinmektedir. Çocuklar, su içecekleri saatlerde ceset, masal dinleyeceği saatlerde acı çeken yaralı insan görüntülerine hedef yapılmamalıdır.12.01.2003, Şakir TARIM, Milli Gazete

Hiç yorum yok: