Google
 

3 Mart 2008 Pazartesi

Dünyanın Huzurunu Kaçıranlar

Dünyanın her yerinde patlamalar oluyor. Bir iki kişiden tutun da 200 kişiye kadar insanlar ölüyor. Dünya siyasetinde fazla yer tutmayan "istikrarlı" ülkelerden birinde, Finlandiya'da dahi böyle bir eylem olursa ve yedi kişi ölürse varın siz hesab edin gerisini. Yemen'de, Malezya'da... Müslüman halka çıkarılmak istenen fatura, neyse ki suçlanan bağımsızlık örgütünün lideri tarafından püskürtüldü.

"Bunu biz yapmadık. Burada kullanılan silâhlar çok profesyonelce. Bunu Amerika yaptı ve müttefikleri!"
Müttefiklerden kimin kastedildiği anlaşılıyor elbette.

Terörle ilgili bu hadiselerin yaşandığı haftada biz de eski bir terör acısını hatırladık. Çünkü hadisenin yıldönümüydü. Muavenet zırhlımızı bir tatbikat sırasında ve "yanlışlıkla" vuran Amerikan gemisi vesilesiyle, uçak düşürülmelerinde ve vurularak öldürülen, bir de faili meçhullere kurban giden askerlerimizi, paşalarımızı hatırladık. Eşref Bitlis Paşa ve yanındakiler, BahtiyarAydın Paşa ve konuşulması nerdeyse yasak olan Cem Ersever olayı! Oysa Cem Ersever, Eşref Bitlis Paşa'nın en güvenilir adamlarından biriymiş.
Bunun ardından da "Çekiç Güç"e atıf yapılmaması mümkün değildi. O da hatırlandı ve Çekiç Güç'ün bugünkü Kürt parlamentosuyla ilişkisi konuşuldu. Bugünkü suikastlerde, terör eylemlerinde de böyle bir "saik"in aranması hiç de yanlış olmaz. "Yeni Dünya Düzeni", dünyanın toparlanmasından rahatsız oluyor besbelli!***Epeydir dünya gündeminde olan ama bizim pek ayırdetme taraftarı olmadığımız bir gelişme de ABD'nin ve Avrupa ülkelerinin bağımsızlıktan yana, sömürü karşıtı, millî politikalar üretmekte oluşları yahut ülkelerde bu eğilimlerin güçlenmesi. Millî Gazete'nin 14 Ekim Pazartesi sayısından bir alıntı. ABDİslâm Üniversitesi Rektörü Prof. Salah Sultan:
"ABD'nin dünyayı kendi emeline göre şekillendirme girişimlerinin başarıyla sonuçlanacağına inanmayanlar gibi ben de ABDyönetimi içinde aksi yönde bir akım olduğunu savunanlar arasındayım" diyor.
Bu, ABD'de dahi bağımsız siyaset ve yönetim yanlılarının artmakta olduğunu gösteren bir izlenimdir ve dünya barışı adına sevindiricidir. ABD'deki CFR'leri bilmeden dünya siyasetini anlayabilmek mümkün değildir. CFR'ler, B'nai Brith'ler, Round Table'ler, Bilderberg'ler, Trelateral Komisyonlar, Cahattam House'lar, ADL'ler... Bunların fikir babalarının, destekleyicilerinin, yürütücülerinin kim olduğunu bilmeden ne 11 Eylül'e bir anlam verilebilir, ne Muavenet'in vurulmasına, ne de yapay Kürt parlamentosuna!***Beri yandan Suriye ve İran; Irak'ın içindeki "muhaliflerin de muhalefeti" olan grupların varlığı, İsrail'in işinin hiç de kolay olmadığını gösteriyor. Üstelik Pakistan ve Fas'taki seçimlerde Müslüman partilerin gösterdiği başarılar ve Pervez Müşerref'in seçimlere hile karıştı demeye kalkışan AB temsilcilerine verdiği kişilikli cevap, ülkelerin kendi ulusal bağımsızlıkları konusunda nasıl bir zihniyet değiştirmekte olduğunu gösteren güzel bir işaretti.***Bizim açımızdan haftanın en dikkate değer hadisesi ise, "Ekonomik İşbirliği" toplantısı ve bunun yönetiminin iki yıllığına Türkiye'ye geçmesiydi. Türk Cumhuriyetleri, İran, Pakistan ve Afganistan'ın bu toplantıya heyetler ve devlet başkanları düzeyinde katılmaları da AB yenilgisinin veya illüzyonunun yanında, bize yakışan bir başarı ve prestij olarak değerlendirilebilecek bir gelişmeydi.***Gündemle çok yakından ilişkili olan ama pek dikkati çekmeyen başka bir olay da Carter'a NobelBarışÖdülü'nün verilmesi olsa gerek. ABDbaşkanlarının iktidarları daima dikkate değer ayrıntılar içerir. Lobilerin gözleri bunların üstündedir. En ufak bir yanlışlık yapmalarına izin verilmez. Üstelik bunların tümü de CFR veya onun yan örgütlerinden birinin, yani İttifak'ın üyesidirler. Carter'ın da vaktiyle:
"İsrail'i güçlendireceğime siyasî hayatımı tehlikeye atarım" veya buna benzer bir itirafta bulunduğu söylenir.
Carter ayrıca "Ulusal Güvenlik Danışmanı" Z.Brzezinski ile de hatırlanır.
Brzezinski bir Polonya Yahudisi, elbette CFR üyesi, Trelateral komisyonun fikir babasıdır. Brzezinski'nin bir lâfı da J. Carter'ınki gibi, unutulmazlar arasına kaydolmuştur.
"Marksizm aklın iman üzerine bir zaferidir."
Bu lâfı duyanlar bu zatın veya onun hâmisi Kissinger'in veya finansmanı sağlayan Rockefellar hanedanının Marksizme çok bayıldıklarını sanmasınlar. Doksanların başında, ibre "Doğu-Batı"dan "Kuzey-Güney"e dönerken, "Demirperde" ülkelerindeki başkanların nasıl alaşağı edildiğini, yaşı elverişli olanlar hatırlarlar. Emperyal hedefler bu değişikliğin yapılmasını gerektiriyordu.***Avrupa'nın sekülerleştirilmesi tamamlandığına göre şimdi "Güney'in en büyük gücü, İslâm ülkelerine savaş açmaya sıra gelmişti. Çünkü iman bir bakıma, bağımsızlığı, özgürlüğü temsil eder ve sömürüye itikadi olarak karşıdır. İşte son kargaşanın anlamı budur ve görünen odur ki, "terör, sömürü, yayılmacılık ve esaret"i temsil eden güçler yenilme, mağlup olma telâşı içindedirler.***Bu arada, Uşşakizâde dergah ve mescidinin yıkılması gibi bir manevî, kültürel ve tarihî cinayeti şiddetle tel'in ve takbih ettiğimi bildirmek istiyorum. Çok acı ve korku verici bir hadiseydi.16.10.2002, Afet ILGAZ, Milli Gazete

Hiç yorum yok: